2 Aralık 2014 Salı

Bugün dilek günün...

15 yaşımdan beri tüm dualarım, tüm dileklerim aynıdır benim. Sadece huzur isterim. 

Çok kızsam da birine, Allah benden uzakta, mutlu etsin onu derim. Böyle deyince azize gibi olmuş oluyorum ama kötü sözün dönüp dolaşıp geri döndüğüne inanırım. 

Ilkokulda burs sınavında bana kopya vermeye çalışan öğretmene 'Arkadaşlara haksızlık oluyor' demişliğim var. O zamanlarda bile adaleti inanırdım. (Sonradan kopya çekmişliğim tabiki var :) )

Ezbere çok dua bilmem ama gerçekten yürekten edilen duanın yerine gittiğine inanırım.

Bugün, 30 yaşında, hala huzurun herşeyden önde olduğuna, dualara ve adalete inanıyor ve hala aynı dileği tutuyorum. 






26 Kasım 2014 Çarşamba

Çok özlüyorum

Haftasonları aylaklık yapmayı,
Saatlerce tv karşısında kafayı boşaltmayı, 
Kuaföre gitmeyi, 
Akşam eve gelince yemek olmadığında yoğurt ekmek yiyip uyumayı,
Sadece kendimi- eh biraz da eşimi- düşünmeyi, 
Eşime sarılıp uyumayı, 
Sinemaya gitmeyi, 
Kendim için alışveriş yapmayı, 
O avm senin bu avm benim dolanmayı,
Yoga yapmayı,
Koşmayı,
Kitap okumayı,
Tatili tatil gibi yaşamayı,
Dizilerim Olmasını,
Haftasonu kahvaltılarında Sünger bob veya penguenleri izlemeyi,
Sabaha kadar deliksiz uyumayı,
İş çıkışı arkadaşlarla buluşabilmeyi,
Bir halk otobüsüne atlayıp gezinmeyi...

Sonra, işten oldukça yorgun gelmeme rağmen beni gülen yüzüyle karşılayan oğlumu görüp bin kaplan gücüne ulaşıyorum. 10 milyon baloncuk yutmuş gibi zıp zıp zıplıyorum. Her anım onunla geçsin, hep onu güldüreyim istiyorum. En ama en çok oğlumu özlüyorum.   












8 Eylül 2014 Pazartesi

İki randevu arası hayat muhteşem

    Çınar'ın ilk kelimeleri baba,dede,mama değil "GEL" oldu. İnternette bir video vardı. Kadın bebeğine "Happy" dedirtmeye çalışıyor ve deyince çok seviniyordu. Videoyu bulursanız benim sevincim, onunkinin on hatta yüz katı olabilir.
 
    Sevgi dolu bebeğim ilk kelime olarak komşu kızına gel dedi... Sonrasında ise babababa, dededede, dadadada, nananana,mamamam lar ardı ardına gelmeye devam etti. Sanki hepsini biriktirmiş gibi bir günde hepsini söylemeye başladı. Normal bir anne, baba için zaten büyük bir mutluluk kaynağı olan konuşma bizim için bir şölen oldu.

    Emeklemeden sıralamaya geçen bebeğim yürümesine ramak kala emeklemeye başladı. Geçen Cuma ise babasına doğru ilk minik, paytak, bilinçsiz adımlarını attı. :) Onu yürütmeye çalıştığımızı anlayınca -elini bırakacağımızı sezdiği anda- hop yere oturuyor ama ilerleme ilerlemedir, değil mi?

    Ek gıdaya başladık başlayalı sürekli yiyecekleri eline verdiğimden kendi kendine çok rahat yiyebiliyor. Tabi benim çabuk olma, temiz olma isteğimin dışında kalan zamanlarda.

    Uykusu sadece bir hafta akşamdan sabaha kadar sürdüğünden uyku konusu benim için hala bir yara. Büyüyüp yataktan kalkmak istemeyeceği zamanlarda bunun öcünü alacağım :)

    Kaymaktan, sallanmaktan, oyuncak ata binip dıgıdık yapmaktan her çocuk gibi çoook hoşlanıyor. Oyuncaklarıyla ikincil olarak yaptığı şey arkalarını çevirip vidalarına, pillerine bakmak-babasının oğlu-.

    Bana gözleriyle evet diyor, hayır diyor, beni sev diyor, beni rahat bırak diyor, benimle oyna diyor... Her şeyi o güzel gözleriyle bana anlatıyor bebeğim.

   Her gün şükran duyuyorum, her an daha çok seviyorum, her an daha çok seviliyorum...

   Bebeğimizin ve bizim normal hayatımız iki doktor randevusu arasında muhteşem gidiyor.


   

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Yıllık Kontrol! Hoşgeldin Cantu Sendromu

   

    Çınar'da bir sorun olabilir deyip hastanelere gitmeye başladığımızdan beri ilk önce özel hastanelerden sonra da araştırma hastanelerinden nefret ettim.

    Özel hastanelerde iyi denen doktorların önü hınca hınç dolu olduğundan kötü denen devlet hastanelerindeki doktorlardan daha kötü muamele yapıyorlar, belki de biraz da şımarık davranıyorlardı.

    Araştırma hastanesi ise çocuk genetik dalında tek şansımız olduğundan yoğun ve biraz da size hastadan çok makale gözüyle bakıyordu.

    Tabii ki hepsi için bu genellemeyi yapmak uygun değildir ancak kader benim karşıma bunları çıkardı işte...

    Yıllık kontrol için gittiğimizde ilk önce her şey normal başladı. Beckwith Wiedemann için kontroller yapıldı. Bir sorun göremediklerini ama heceleme yapmadığından bir gelişim testi yaptırmanın ve karaciğer ve dalağı büyük olduğundan gastroentoloji bölümünün de görmesini önerdiler.

   Aynı gün içerisinde birçok doktora, birçok işleme alışık olduğumuzdan başladık koşturmaya. Koştur koştur onkolojiye gidip rutin kan testi ve ultrason isteklerini yaptırdık. Ondan sonra yalvar yakar çocuk gelişimciden sıra aldık.

    Çocuk gelişimci hikayemizi dinledikten sonra Çınar'a testi uygulamaya başladı. Uyguladığı testin adı denver 2 gelişimsel tarama testi. Çınar konuşma ile ilgili bölüm haricinde hepsinde oldukça başarılı oldu. Sadece yatarken oturur pozisyona geçememesini tuhaf bulduklarından bir daha görmek istediklerini söylediler. Konuşma için ise birkaç öneride bulunup gönlümüzü ferahlatarak bizi gönderdiler.

  Gel gelelim o sırada genetik bölümünden bir telefon geldi. Bizi tekrar çağırıyorlardı. Bu sefer hocaları görmek istiyordu. Şaşırdım ama o karmaşada pek de üstünde durmadım. Kuzu kuzu tekrar gittik.

    Gelen hoca Çınar'ı ilk gören hocaydı. Bize ilk defa insan gibi açıklama yapıp içimizi rahatlatan hoca. Bu sefer de güler yüzüle karşıladı bizi. Çınar'a baktı ve sonra yanındaki asistanına dönüp "Evet dediğin gibi Cantu da olabilir." dedi.

    Onlar için öylesine doğal bir konuşmaydı ki bu. Sanki "Evet dediğin gibi burnu akıyor." diyordu. İçimden ilk tepki "Eyvah, yine başlıyoruz oldu." Kendime gelip bu hastalık olursa eğer neler olabileceğini sordum. Bu sefer ilk seferki gibi güler yüzüyle değil ama ne bileyim bir başka şekilde "Bu sendromda kanser gibi şeyler değil de zeka ile ilgili şeyler olabiliyor" deyiverdi.

    O bildik kulak çınlaması yine gelmişti. Sanki sonrasında herkes bir ağızdan BIZZZZZZZZ diyordu.

    Aslında kendimi toparladığımda sadece bu cümleden bu sendromu ben eledim. Gönlüm rahattı. Yine de bazı yaralar kabuk tutmuş olsa da kaşıdıkça tekrarlıyor. Çınar'ın bu durumu da - saklamaya hiç gerek yok- benim için derin bir yara.

    Yine iki üç test yapıp elenmeyecek bir hastalık listemize eklendi. Dünyada sayılı hastada görülen bu sendromun akıllarına gelmesi ise gerçekten şaşırtıcıydı. Bunu ben o an fark edemesem de bu işin içinde olan ablam ve Deniz büyük ihtimal yakın bir zamanda bununla ilgili bir yazı okuduklarını ve böyle nadir bir hastalık olduğundan üstünde durduklarını düşündüler. Yani bu kadar sayılı kişide olan bir hastalık hakında bir makale yayımlayabilseler, düşünsenize ne büyük sükse...

    Bazen sadece bırakıp normal hayatımıza dönmek istiyoruz. Keşke yapabilsek...

Cantu Sendromu için;

http://en.wikipedia.org/wiki/Cant%C3%BA_syndrome

   

22 Temmuz 2014 Salı

11 Temmuz 2014

    11 Temmuz 2009. Yok yok yanlış yazmadım. Evet 2009. O gün çok keyifli, çok heyecanlı, pek sıradan ama bi o kadar güzel bire gündü. Hava güzel, ortam şahaneydi. Ben kavuşma heyecanı ile şımarık ve herkesin olacağı kadar şaşkındım. Eşim hep gözlerimin içine bakıyor ve kendi heyecanını gizlemeye çalışıyordu. O güzel ve sıradan gün eşim bana evlenme teklif etti. :)

    Aradan geçen zamanda ikimizde tarihleri unuttuk ama sanırım kader böyle bir şey. 11 Temmuz 2013 de dünyamız tekrar tamamen değişti. 

    Herkes için sıradan bir gün olan 11.07 bizim için mükemmel ötesi oldu. Oğlumuz doğdu.

    Bu tarih kim bilir başka ne gibi mucizeler sokacak hayatımıza... Bilmiyoruz ama benim dileğim; dünya turuna çıkış tarihimiz olması... :D


11 Temmuz 2009'dan:



11 Temmuz 2014 'den:















 







Kıyafet: www.unnado.com  Little Angels Land- Bir yaş papyon desenli body




























12 Haziran 2014 Perşembe

Kemal Çınar

Hani filmlerde 3 aylık bebeği yeni doğmuş bebek gibi getirip annesine verirler ya öyle geldin dünyama. 4720 gram bir tosunum oldu birden. :) Yanına gelen yeni doğmuş bebekler senin yavrun gibi gözüküyordu. Çıkardığın sesle yeni doğan koğuşunda "Buraya büyük bebekler de mi alıyorsunuz?" sorularına neden olmuştun.

Hemşireler yüzünü kapatarak götürüp geliyorlardı seni. Görenler hayretle bakıyor, seni mıncırmak istiyorlardı. Bizse seni şarkıda söylediği gibi "Pamuklara sarıp sarmalamak" istiyorduk. Herkes çok heyecanlı, herkes ilklerini yaşıyordu.

Senin dünyada ilk günün bizim dünyada en güzel günümüz olmuştu. Kemal Çınar'ımız olmuştun.

Kemal'ini Atatürk'ten aldın bebeğim. Büyüklerin adını bebeklere vermek yük yüklemek oluyormuş. Atatürk'ün adını sana yük olsun diye değil bebeğim, sana uğur getirsin diye koyduk. Yolun hep onunki gibi aydınlık ve kararlı gitsin diye... Onu unutma, bizlerin kim olduğunu unutma diye...

Çınar'ı, dışın kadar için de sağlam olsun diye, hatta içinde daha da iyi ol diye koyduk. Sapasağlam durman nasip olsun, sen büyüdükçe büyüyen köklerin seni sarmalasın sana güven ve huzur versin diye...

Bugün Berat Kandili bebeğim. Duaların gerçek olduğu gün. Bizim dualarımız bundan sonra senin için. Hep mutlu ol diye, hep kendin ol, hep sağlıklı ol diye.

Sayılacak, sıralanacak o kadar dua var ki senin için bebeğim yetmez buralara yazmak. İçimden geçenleri buraya yazamam zaten. Ama sen benim gözlerimden anlarsın bence. Seni ne kadar sevdiğimi anladığın gibi. Senin için her şeyi yapabileceğimi bildiğin gibi.
ANNEN

                                           




23 Mayıs 2014 Cuma

Sonuç Olarak

Sonuç olarak;

Çınar'ın karaciğer ve dalağı normalden büyük. Bu nedenle takipte.

Kalp kasları normalden kalın ve üfürümü var. Bu nedenle kardiyolojide takipte.

Kan değerleri düşük. ( Baba mirası büyük ihtimal akdeniz anemisi taşıyıcısı) Bu nedenle hemotolojide takipte.

Beckwith-Wiedemann sendromu şüphesi devam ettiğinden genetik biriminde takipte.


E bi de aylık gelişimi için kesin çocuk doktoruna gidiyoruz. Böylelikle 5 doktor tarafından takip ediliyoruz.

Banuş ve Umut kardeşlerim olduğu için çok şanslıyım. 

Annem bu kadar güçlü olmasaydı, babam yanımızda olmasaydı ne yapardım bilmiyorum. 

Mehlika, Nurten annem ve Mehmet babam desteklerini hissettirmese ailemiz tam olmazdı.

Eşim bu kadar pozitif ve umut dolu olmasaydı kesinlikle delirirdim. 

Bu süreçte yanımızda bir sürü dostumuz olduğu için hepsine teşekkür ediyoruz.

En önemlisi de Çınar'a sahip olduğumuz için şükrediyoruz...






8 Mayıs 2014 Perşembe

İnsan Gibi- Hele Şükür-

   

    Ankara'ya doğru giderken içime bir ferahlama geliyordu. Uzun zamandır olmadığım kadar huzurla dolmaya başlamıştım. Yolda kardeşim araya tanıdıklar sokarak istediğimiz doktora ulaşmamızı sağladı.

     Gittiğimizde bir süre bekledikten sonra doktor bizi kabul etti. İçeri girer girmez ise bizi ilk rahatlatan cümleyi kurmuştu bile. "Bu bebeğe MPS tanısı konulamaz. MPS bir birikim hastalığıdır. Yani bebek büyüdükçe belirtiler ortaya çıkar."

    - Bir doktor olmadığım için hastalıklar hakkında teşhis,tanı, v.s. yazmıyorum. Ama Çınar için şüphelenilen en korkutucu hastalık buydu. Kendi yaşayacaklarımdan değil sonucunda bebeğimin çekeceği sıkıntılardan çok korkuyordum. Minicik bir bebeği her şeyden sakınarak dünyaya getiriyorsunuz ve sonrasında her şey sizin kontrolünüzden çıkıyor. Onu tekrar karnınıza sokmak, korumak istiyorsunuz. Ama nafile... -

    Doktor hanım bizim için hemen yan tarafta bulunan genetik biriminin doktorlarını çağırdı. Genetik biriminde yapılan ilk incelemede Beckwith Wiedeman Senromundan şüphelendiklerini  tekrar söylediler. Ama bu sefer bir farkla. "İnsan gibi"

    Uzun süredir uğraştığımızı dosyamızdan anladıklarından doktor sendromu bildiğimizi düşündü. Ama ne yazık ki bildiğimiz çok azdı. Kendime interneti yasaklamıştım ve önceki doktor bizi saçma sapan bir tavırla korkutmaktan başka bir şey yapmamıştı.

    Belki benim çaresizliğimden belki gerçekten öyle olduğundan o doktor hanım sanırım dünyadaki en iyi üsluplu doktordu. Öncelikle Çınar'ın ne kadar normal bir geleceğe sahip olacağını anlattı bize. Sadece yapmamız gereken sık sık Çınar'ı takibe götürmekti. Çınar'ı kucağıma almış bu sefer de sevinçten ağlıyordum. Kardeşim bana bakıp anlamaya çalışıyordu.

    - Benim canım kardeşim büyümüş ve benim aklımı kurtarmıştı. Çocuklar annelerinin gözünde hep bebektir ya kardeşler de abla ve abilerinin gözünde hep küçüktür işte. İlk defa ne kadar büyüdüğünü fark ettim kardeşimin. Kolum, kanadım oldu benim. Teşekkür etmek işe yaramaz ona borcum hiç bitmeyecek.-

    Konuşmanın sonunda doktor hanım bu hastalığın teşhisinin tam yapılamasa da %85 oranında işe yarayan bir test olduğunu anlattı. - Öteki doktor hiç bir testin olmadığını söylemişti.- Ama devlet bütçesi ile tabi ki hastanede o test yoktu. Hemen bir laboratuvar bulup testi yaptırmaya gittik. Sonuç 15 gün sonra çıkacaktı. Ama çıkacaktı işte.

   15 gün sonra aldığımız sonuç testin negatif olduğuydu. Peki bu ne anlama geliyordu? Doktoruyla konuştuğumda "Öncelikle için çok rahat olsun. Hastalığı %85 eledik. Ancak var olan belirtiler nedeniyle bizim yine de takipte kalmamızın iyi olacak" dedi. Sanırım yaşadığım en korkunç 3 ay bu şekilde bitti. Bundan sonra takip süreciyle ilgili koşuşturmacamız devam etse de artık bilinmezlik yavaş yavaş azalıyordu.

    Baştan beri bebeğimizin sağlıklı olduğuna gönülden inan eşim ve ailem belki de bu süreci sadece benim yüzümden yaşamıştı. Hepsine şimdi tekrar bana verdikleri destek için teşekkür ederim. Aile olmak güç demektir işte.

  Artık sizin de benim kadar beklediğinizi bildiğim mutlu anlarımızı yazmaya devam edeceğim.Olduğunca yalın anlatmaya çalıştım ama illa ki duygularıma yenik düşmüşümdür. O kadar da olur canım. Sonuçta anayım ben :) :)

25 Mart 2014 Salı

Akıl Tutulması

   Sonrasında gittiğimiz her bölümde yeni tetkikler ve Allah'a şükür hep olumlu sonuçlar alıyorduk. Geriye sadece kromozom testinin sonucu kalmıştı. Onun sonucu için ise bir ay beklememiz gerekiyordu.

    Bir ay boyunca kendimi hiçbir şeyin olmayacağına ikna ederek geçirmeye çalıştım. Arada umutsuzluğa düşüp ağlama krizlerine girdiğim de oluyordu. Ama sonra hemen bebeğim için, ailemiz için kendimi toparlıyordum. Ne kadar kısa ve ne kadar uzun bir süreydi bir ay.

    Bir ayın sonunda doktora gittiğimizde yine kapıda bekleyen bir sürü bebek ve biz geçmek bilmeyen dakikaları sayıyorduk. İçeri girdiğimizde gözlerimizi doktora dikmiş olumlu sonuç için beklemeye başlamıştık.

    Doktor yine sinir bozucu üslubuyla konuşmaya başladı. Kromozom testi sonuçlanmıştı. Her şey normaldi. - Bunu bile sevineceğimiz bir halde söyleyemiyordu. - Gerçi o zaten normal bekliyormuş. Çınar'ı tekrar muayene etmesi gerekiyormuş.

    Muayene ederken de yine yüreğimi eline alıp ezmeye başlamıştı. Söylediklerini artık hatırlamak istemediğimden buraya da yazmak istemiyorum. Sadece muayenenin yarısında artık daha fazla dayanamayıp orada olmak istemediğimi söyledim. Çınar'ı giydirmeye başladım. Doktor afallamış halde bana bakıyordu. Aynı şekilde annem de...

    Bir şeyler söylediklerini duyuyordum ama dinlememeye karar verdim. Sonra birden "Bu halde bir bebeği bırakamam" lafını duydum. Bu ne demekti? Doktora döndüm. Ablamın doktor olduğunu hatırlamış. Bari durumu ona anlatayım. Sonra karar verin dedi. Sanırım kimse o noktada ne git diyebilirdi ne kal. Doktoru dinlediğimizde tabi ki yine bizi korkutacak bir sürü şey söylemeye, o olmazsa bu olabilirleri sıralamaya başlamıştı. Sonuç olarak Çınar'dan kan alınması gerektiğini ve sonuçlar için yurt dışına gönderim yapılacağını anlattı. Bir de idrar testi yaptırmak gerekiyordu. Onu ise Ankara ve İstanbul'da üniversite hastanelerinde yapıyorlardı. Bizim de idrarı oralardan birine götürmemiz gerekiyordu. Yeni şüphelenilen hastalığımız MPS !!!

    Doktor bıdıbıdılarına devam ediyordu. Ben ise kararımı vermiştim. İki aydır bir kısır döngüde devam eden zinciri kırmak istiyordum. İşlemler bittikten sonra bizi ilk başta yönlendiren çocuk doktoru arkadaşımızla konuştuk. Artık genetik değil metabolizma hastalılarından şüpheleniliyorsa bir metabolizma uzmanını görmenin daha iyi olacağına karar verdik. Bize iyi bir de doktor önerdi. Biz de bir yandan başka doktorlar aramaya başladık. Sanırım verdiğimiz en iyi karar buydu. Bundan öncesinde olanları düşündükçe ne kadar cahilce davrandığımızı anlıyorum. Ne diye bu kadar kötü bir doktorla devam etmiştik? Neden internetten saçma sapan hikayeler okuyup kendimi zehirlemiştim? Akıl tutulmasıydı bu kesinlikle.

    Şükür ki aklım yerine de geliyordu artık...

   

 

27 Şubat 2014 Perşembe

Bir anneye sorulabilecek en acımasız soru...

    12.08.2014 hayatımın en zor gününde sıramızı beklerken bir yandan oradaki bebekler için dua ediyordum bir yandan da Çınar'ım için. Deli gibi korkuyordum. Tüm dualarım bebeğimin acı çekmemesi içindi. Kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Olmuyordu. İçeriden bizi çağıracak sese odaklamış zamanın çabuk geçmesi için, zamanın yavaş geçmesi için, zamanın atlaması için, zamanın durması için dua ediyordum. O zaman gelse mi gelmese mi karar veremiyordum. Ama sonunda gelmişti işte.

    İçeri girdiğimizde iki genç doktor bizi karşıladı. Bebeğin ne sorunu olduğunu sordular. Söyledik. Bebeğinizi soyun dediler. Soyduk. Daha yeni bir aylık olmuş bebeğim çığlık çığlığa ne olduğunu anlamadan bir o yana bir bu yana çevriliyor sözüm ona muayene ediliyordu. Bir çocuk doktorunun ne olursa olsun, ne yoğunlukta, ne zorlukta olursa olsun bir bebeği görüp bu kadar suratsız olması ne acı bir şeydir.

    Doktor birden bize dönüp bazı tetkikler isteyeceğini söyledi. Hangi hastalıktan şüphelendiğini sorduğumda henüz bir tanısı olmadığını söyledi. İstenilen testleri gördüğümde şok olmuştum. Kromozom analizi, kan testleri, idrar testleri bir büyük a4 ü doldurdu. Bunun yanında kardiyolojiden, göz doktoruna neredeyse tüm birimlere gidip Çınar'ı kontrol ettirmemizi istiyordu.

    Bunları görüp ben donmuşken birden neden dediğimi hatırlıyorum. Sinirli sinirli bir şeylerden şüphelendiklerini ancak şimdi söylemenin uygun olmayacağını söyledi. Gözlerim dolu dolu yalvarırcasına tekrar sordum. Ablamın doktor olduğunu bir şekilde bana hastalığı anlatabileceğini belirttim. Israrlarım üzerine yine hayatımda karşılaştığım en kötü tavırla beckwith wiedemann sendromu olabileceğini ama bunun sadece bir ön tanı olduğunu kesinlikle henüz hiç birşeyin netleşmediğini belirtti. Peki ya bu sendrom oğlumda varsa ne olacaktı?

    Bu soruya aldığım cevap gayet yayvan bir ağız ile " yaaaağğğniii, şimdi onu konuşmayalııım da...." oldu. Sanırım o an Çınar'ı kaybedeceğim dışında bir şey düşünemiyordum. Aceleyle odadan çıkıp hemen ablamı, sonra bizi yönlendiren çocuk doktoru arkadaşımız Deniz'i aradım. İkisi de içimi rahatlatmaya çalıştı. Biz ise koşuşturmaya başlamıştık.

    Hangi sırayla ne yaptık hatırlamıyorum. Kardiyolojiye, kan vermeye, idrar vermeye, göz doktoruna, çocuk imminolojisine... git git bitmiyordu.

    Arada bir yerde beyin mr'ı çektirmek için radyoloji biriminde bekliyordum. Her yerde yanımda birileri varken nedense bu sefer sadece ben, Çınar ve bize hastane işlerinde yardımcı olan kardeşimin arkadaşı Ahmet vardı. Ahmet bir ara yanımdan ayrıldı. Bu sırada Çınar'ın saçları herkesin ilgilisini çektiğinden herkes onu sevmeye geliyordu.

    Birden bir gürültüyle içeri bir kadın girdi. Birilerine bir şeyler anlatarak yoluna devam ederken bizi görünce durdu. Hemen Çınar'ın saçlarına dokunup sevdi. Sonra yüzüne bakıp hızla bana döndü.

    Kadın: Çocuğunuzun nesi var?
    Ben   : Bilmiyorum. Henüz araştırılıyor.
    Kadın: Çocuğunuz mongol mu? ben genetik doktoruyum. öyleyim böyleyim. Karnındayken bakılmadı mı bu çocuğa? Bakıldıysa kesin o doktora dava aç. Süründür onu. bu anlaşılmayacak bir şey değil. 
............................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................

 

28 Ocak 2014 Salı

Hayatımın En Kötü Günü

     12.08.2013

     Sabah erken saatlerde doktorun kapısında beklemeye başladık. Belirli bir sıra yok. İçeriden doktor sesleniyor ve giriyorsunuz. Ne kadar beklediğimizi hatırlamıyorum. Beklerken ne kadar dua ettiğimizi, ne kadar ağladığımı, bizimle sırada bekleyen bebeklere bakmamak için ne kadar çaba sarf ettiğimi hatırlamıyorum. Sanırım benim için en zoru da diğer bebeklere bakmamaya çalışmaktı.

     Bir hafta önce bebeğimin göbeği düşmediğinden araştırmaya başlamıştık. Bir çocuk doktoru arkadaşımız tiroit testlerini yaptırmamızı söylediğinde hemen panik olmuştum.

     Hipotiroidi için araştırma yapılması gerektiğini söylediğinde ise telefonu kapatıp ilk hatamı yapmama az kalmıştı. İnternette araştırma yapmak. Görsellere tıkladığımda aklım başımdan gitmişti. Bir fotoğraf bebeğime çok benziyordu. Bence kesin hipotiroidiydi. Hastalığın seyrini okumaya başladığımda ise iyice çökmüştüm. Ertesi gün test yaptırana kadar ben en uzun günü yaşadığıma emindim.

     Etrafımdaki herkes beni sakinleştirmeye ve bebeğimin bir şeyi olmadığına beni ikna etmeye çalışıyordu. Benim içinse karamsarlıktan ötesi yoktu. Bebeğim doğduğu günden beri sürekli bir sorun ile uğraşıyor ve yorgunluktan ölüyordum. Aklımın çok iyi çalıştığını sanmıyorum. Sadece internette gördüğüm fotoğrafa bakarak ağlıyordum.

     Ertesi gün hemen hastaneye koşup bir kan testi yaptırıp sonucu beklemeye başladık. Ben bir yandan ağlıyor bir yandan da sütüm kesilmesin diye kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Sonucu alma süresi bana yıllar gibi gelse de hemen almıştık. Sonuç negatifti.

     Çok sevinmiştik. Çıkıp hemen doktorla konuşmaya gittik. Sevinçle hiçbir sorun olmadığını eve gidip bebeğimizin keyfini çıkarmamızı söylemesini bekliyorduk. Ne yazık ki bu şekilde olmamıştı. Bebeğimizin belirtileri nedeniyle çocuk genetik birimine gitmemiz gerektiğini söylemişti.

Ve bir hafta sonra, 12.08.2013 de, biz çocuk genetik birimi önünde hayatımızın en kötü gününü yaşamaya başlamıştık...

26 Ocak 2014 Pazar

Göbek Enfeksiyonu



 

     Bebeğim bir aylığı geçmişti. Ancak hala göbeği düşmüyordu. Doktorlara götürdüğümüzde hiç bir şey söylemiyorlar bakıp sadece yakında düşer diyorlardı. Alkol solüsyonunu kullanmayı artık bırakmıştık. Sadece kuru ve temiz tutmaya çalışıyorduk. En sonunda annemin eski ebe arkadaşının tavsiyesiyle toz bir ilaç kullanmaya başladık. Enfeksiyonun sebebi bu muydu yoksa yazın sıcağı mıydı emin değilim.

     Bir gece hiç durmadan ağlamaya başladı. Zaten günlerce gaz nedeniyle uykusuz olduğumdan durumu anlayamamıştım. Sabah 5 6 gibi annemi kaldırıp bebeğimi ona verdim. Annem onu alıp kundaklamış ve bahçede gezdirmeye başlamıştı. Hemen sabah doktor randevumuz vardı. 

     Kahvaltı yapıp yola çıktık. Bu arada bebeğimiz ağlamaya devam ediyordu. Doktora gittiğimizde doktor göbeğine bakıp göbeğe ne sürdüğümüzü sordu. Uygulamayı yanlış yaptığımız için kızmıştı ve göbeği o halde gördüğü için hemen cerrahı çağırmıştı.

     Cerrah göbeğe bakıp hemen hastaneye yatırılması gerektiğini ve acilen ameliyat edilmesi gerektiğini söyledi. Göbek fıtığı bu haldeyken nasıl oluyormuş da doğar doğmaz ameliyat etmezlermiş. Böyle bir şey görmemiş. Falanmış filanmış... Bebeğimizi orada bırakıp sadece süt vermek için hastaneye gidecekmişim. Gittiğimiz hastane özel olduğundan nedense hiç güven vermemişti doktorun söyledikleri. Doğduğunda göbek fıtığı olduğunu ve 3 yaşına kadar beklersek ya kendinden geçeceğini ya da ameliyatla düzeltilebileceğini söylemişlerdi. Şimdi ise bunun çok yanlış olduğunu söyleyen bir doktor vardı karşımızda. 

     Hemen tanıdıklarımızı arayarak kadın doğum hastanesinde bir cerrah daha bulduk. Araya birilerini koyarak bizi görmesini sağladık. Göbeğe baktığında bir sorun olmadığını acil ameliyata gerek olmadığını ve bir çocuk doktoruna gösterirsek daha iyi olacağını söyledi. Annemin daha sonra bana anlattığı kadarıyla her an bayılacak gibi görünüyormuşum.

     Saat 12:15 ti. Bize önerdiği çocuk doktoruna yetişmemiz için 15 dakika vardı. Annemin kucağında bebek nasıl koşarak gittiğimizi bugün bile gözlerim dolarak hatırlıyorum. Sanırım tanıdığım en iyi doktorlardan biri ile karşılaşmıştık. Öğle tatili olmasına rağmen bizi kabul etti. 

     En başından beri olması gerekeni yapıyordu doktor. Bebeğimizin ATEŞİNİ ÖLÇÜYORDU. Sabahtan bu yana 2 doktor muayene etmiş olmasına rağmen hiç biri ateşini ölçmemişti. Biz ise günlerce süren yorgunluk ve acemilik nedeniyle akıl edememiştik. 

     Sonuç olarak bebeğimin deli gibi ateşi vardı ve göbeği enfeksiyon kapmıştı. Hastanede yatmamız gerektiğini ve antibiyotik verilmesi gerektiğini anlattı. Sanırım günlerdir duymadığım huzuru o an bulmuştum. Bebeğimi hastaneye yatırıyorduk. Ama ben sonunda bir şeyler yapıldığı için huzur dolmuştum. 

     Hastanede 3 gün kalmıştık. 2. gününde göbeği düştü. 32 günlük olmuştu. Çok sevindiğimi hatırlıyorum. Her şey yoluna girmeye başlıyor diye düşünüyordum. Doktorun yazdığı antibiyotiği alıp evimize geldik. Bir hafta sonra kontrolde doktor göbeği ile ilgili bir sorun kalmadığını söylediğinde artık bu sayfayı kapatmıştık.

     Sanırım en uzun loğusalık yaşayan kadın diye bir yarışma olsa kazanırdım. Şimdi ise göbeği neden bu kadar geç düştü araştırması başlıyordu. Hiç bitmeyecek miydi????